30 Temmuz 2010 Cuma

Yansıma’da ilk sayıları ile yazan bir kuşak hemen hemen tümü aramızdan ayrıldılar; Sekizinci yazı

Yansıma Dergisi gibi bir blog ile yola çıkıyorsunuz. Nasıl bir yazım türü sizi bekliyor? Deneme, anı ya da belgeye dayalı inceleme araştırma yazım türleri var.

Elinizde sınırlı seçenek var yine de. Bu seçeneklerden birisi belgelerdir. Yazınsal metni belgelere yaslandırmak olasıdır. Öteki seçenek ise bellek dağarında kalanlar olur.

Bunlar anı türü kulvarına girer. Öznellik ağır basar bu kez. Şöyle ki belge yoksa; anılar dağarında kalanlarla yetinmek zorundasınız. Yazınsal metin türü de değişir. Ne istiyoruz?

Değerli İzleyici,

Bir önceki yazıda şöyle söz ettim; Bu da güvenilir değildir. Anılar kandırabilir de insanı. ‘Her anı kimileyin, düşman mevzilerinden çıkan patlamamış mermilere benzer,’ dedim. Anıları kaleme alan dikkatli değilse, sık sık kendi ayağına ateş eden acemi silahşörlerin durumuna düşer. Hatta komik silahşör olur.

Yansıma Dergisi gibi bir evreye damga vurmuş bir dergi için daha farklı bir yaklaşım olmalı. Mektuplar bu konuda en güvenilir kaynaklardır.

Yansıma’da ilk sayıları ile yazan bir kuşak hemen hemen tümü aramızdan ayrıldılar. Yaşayanlarla söyleşi yapma seçeneği ortadan kalktı. Yansıma’da ilk sayıları ile Ankara’da yaşayanlardan geriye kalan mektuplar var. Bu blog ile sözünü ettiğim mektuplar oldu.

Bedrettin Cömert'ten gelen üç mektubun veri aslını yayınlıyorum.

İlk sayılarda Yansıma’ya ürünleriyle katılanlardan Ceyhun Atuf Kansu ve Hasan Hüseyin ile de mektuplar aracılığı ile evet işte burada buluşacağız.

Onları yeniden ve bu kez farklı bir açıdan aramızda göreceğiz. O koşulların varettiği gerçekliği bu kez farklı koşullarda konuşacağız.

Bunların Türkçe yazınsal metinler tarihi için katkı vereceğine inanıyorum. Elbette her girişimde bir risk var. Böyle olacak diye hiç bir girişimde bulunamayacak mıyız?

Geçip giden oldukça hatırı sayılır bir evre var, geride kalan yazınsal metinlerde ve mektuplarda. Yazınsal metinlerle iz bırakan ve yeni kuşaklara anlatılması gereken bir evre...

Bu evre için mektuplarla geride bırakılacak şeyler var. Bu satırların yazarı olarak uzun bir yola çıktığımı biliyorum.Bedrettin Cömert ile başlamanın nedenleri var; başka bir yazı konusu olacak. Çalışma ilerledikçe örnek sunacağım.

Daktilo ile yazılmış ilk üç mektubunu ve elyazısını görmek için aynı yıla tarihli başka bir mektubunu yayınlıyorum.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 30 Temmuz 2010, Stockholm

29 Temmuz 2010 Perşembe

Kardeşim Bedrettin Cömert'e yetmişinci doğum gününde mektup; Yedinci yazı

Anılar da mektup tomarları gibidir! Aradan yıllar geçer ve kağıt tomarları bir arada olmaktan sıkılır ve sararır. Nereden bakarsanız bakın, geriye dönemezsiniz! Döndüremezsiniz!

Geriye dönmek! Anılar dağarında kalanlarla yetinmek zorundasınız bir kez. Bu da güvenilir değildir. Anılar kandırabilir de insanı. Her anı kimileyin, düşman mevzilerinden çıkan patlamamış mermilere benzer. Ellerinizde oyalanırken, patlayanlar olabilir de. Şimdi bir de bu patlama sahnesini düşünelim! Mektup tomarlarından çıkan solgun yapraklar, güvenilmez anılar arasına güz yaprakları gibi düşer.

Tuhaf bir şaşkınlık da yaşarsınız enikonu. Neden! Neden?

O an anıların getirdikleri, elinizdeki bir mektupla sarsılır. Mektup elinizden düşer yere. Anılar sizi şaşırtmıştır. Yüzünüz de biraz sararmıştır! Tam tersi bir fırtına eser, bu kez mektup yaprağı ile anılar arasında. Bakın işte bir yerde yanıldınız! Nerede yanıldınız? Fakat! Hayır! Evet!

Çoğu sözcüklerin, solgun harflerin ve okunmaz durumda olan tümcelerin yerine bir şeyler kondurmak de yetmez. Şunu şöyle söylesem, şu sözcük yerine daha bir başkasını seçsem olmaz mı,diye düşünmeniz de boşunadır.
Değerli İzleyici,

Burada özel bir insan çıkıyor karşımıza. Daha özü mektup ve insan karşımıza çıkıyor. Mektup insanı çıkıyor karşımıza. Mektuplarla soluk alıp veren insanlar ötekilerinden farklı mıdır, sorusu bir an şimşek gibi oturur göğsünüze.

Siz, evet! Siz mektup insanı mısınız? Mektuplarla soluk alıp veren insanlar var mıdır? Nasıl olur da onları daha yakından tanıyabiliriz şimdi? Fakat ok yaydan çıkmıştır bir kez!

Keşif masasına şöyle bir ölçüt gelir. Tek sözcük; Hüzün!

Bu biraz da sararmış tomarlar açılırken insanı sarıp sarmalayan ve içten saran duygu olur. Gözyaşları ırmağı olur kimi yerde. Kimi yerde göz kapaklarına kuru parmaklar uzanmıştır. Dipten bir savrulma sahnesini daha düşünelim şimdi! Elleriniz neden bu kadar kuru, parmaklarınız neden göz kapaklarınızı diken yumağı gibi çiteler? Sertlik nerede?

Şimdi bir teknoloji canavarı düşünelim! El sürer sürmez özel düzenekle kendi içinde ikinci kez patlayan ve binlerce mikro parçaya bölünen mermi gibi bir mektup düşünelim.

Mektuplarla soluk alıp veren insanın yıllar sonra düştüğü hüzün, işte Bedrettin Cömert'in mektupları.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 29 Temmuz 2010, Stockholm

23 Ocak 2010 Cumartesi

Bedrettin Cömert'ten Mektup, 27 Şubat 1972, ‘İlk mektubumda, niçin yazı göndermekte geciktiğimin nedenleri..; Altıncı yazı

Bir kitap cildi yapacaksınız işte! Ciltleyin bakalım binlerce harfle, sözcükle dolup taşan kağıtları!

Basılmış yüzlerce sayfa eşit oranda kesilecek ve değişik renkli ipliklerle dikilerek ciltlencek, öne çıkacak!

Her şeyi bir yana bırakın! İşte basılmış kağıtlar yanınızda.
Sorarım yine de; salt araç, gereç, avadanlık yeter mi? En gerçek sahneler nasıl yazılır böyle dalgalı bir deniz gibi hışırdayarak çırpınıp duran kağıtlar arasında?

'Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım,' tümcesi ile noktalanan mektup, açılış ve kapanış sözcüklerinde gördüğümüz gibi evet;içten gelen bir sesle, diplerden yukarı doğru tırmanarak yazılmış. İşte!

‘Sevgili Kardeşim Tekin,

‘Ankara, 27 Şubat 1972

‘İlk mektubumda, niçin yazı göndermekte geciktiğimin nedenlerini sonra yazarım demiştim. Bir ara oğlum hastalandı. Malûm Ankara’nın bu yılki soğuğu. Peşinden, beş gün 39-41 ateşle yattı ve kızamık çıkardı. Tam 25 gün evde kaldı. Bakacak kimsemiz yoktu. Ben 10 gün mazeret izni aldım.'

Değerli İzleyici,

Mektubun kendisini kendisine açması, yazan kişinin de kendisine açılması olur. Yazan kişinin kendisine açılması, öteki kişiye açılma ile yeni bir süreci başlatır.

Açılma tek yanlı değildir.

Açılım, sezgici algı odağına ses verme; yükleme, tınısıyla duyguları taşıma oranında mektup da işlevselliği ile dorukta yerini alır. Doruğa çıkar ve yükselir.

Mektup bir büyüdür bu anlamda!
Mektup bir büyüdür, tanımı yetmez!

Mektup, yazan o kişiyi, o mektup bir büyücü gibi çarpıp çırparak ele verebilir, mektup alıcısını da eleverebilir çarparak. Olumlu yönde Homerosvari kanatlı sezgisel açılma ile uçma duyumu da verir her iki tarafa mektup ki, büyü de buradadır. Her kişi bu büyü gizine varamaz.

Hangi ideoloji altında olursa olsun mektup denetimden çıkar. Mektup ideolojik baskı altında çöker ve yazan kişiyi de, alıcıyı da çökertir. Mektup altüst eder insanı.

Mektup, kendisi yapar bunu! Mektup, yazan kişiye yandaş olabildiği gibi karşı/karşıt bir durum da yaratabilir. Yazan kişi, denetlese bile, duyguların sözcüklere sızmasıyla ortaya çıkar saklı olan ne varsa. Kısa bir mektup yazalım!

Hemen ilk sözcüğün seçilişi, yazan kişinin içten olup olmadığını ele verecektir. Mektup, insanın kendisinden dışarı çıkması ile iki yanlı işlevsellik yüklenir. Kim yapar bu seçimi? Beklenen mektup! Alıcıyı öteye itmeyen o ses!

Bedrettin Cömert ile o içten gelen ses, ilk tümce ile bu mektupta; 'Kardeşim', sözcüğünde, var. ‘Gözlerinden öperim’ seslenişi de içtenlik bağlamında seçkin.

Sezgici algı odağına sesle yükleme tınısıyla duyguları taşıma oranında mektup işlevselliği ile doruğa çıkmış, yükselmiş.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 23 Ocak 2010

14 Ocak 2010 Perşembe

Cömert'ten Mektup, 9 Şubat 1972, 'Başımdan geçen dertleri sonra genişçe anlatırım...'; Beşinci yazı

Şöyle ki; ‘..acele yazıyorum. Yazıyı postaya yetiştirmek...’ betimi, mektuptaki ikincil doğrudan işlevsellikle donanımlı.

Evet bir yazı var, postaya yetişecek, bir de ‘o güne dek yanıt verilemediği için üzülme..’ ve ‘teşekkür’ ve daha sonra yazılma sözü verilen, açılıma ucu açık tanımlama var. Bedrettin Cömert'in ilk mektubundan bir pasajı bir daha izleyelim.

'Ankara, 9 Şubat 1972
'Kardeşim Tekin,

'Şimdiye dek tek satırla olsun sana cevap veremediğim için üzgünüm. Özür dilerim, ayrıca bana karşı gösterdiğin içten ilgiye teşekkür ederim. Hasan Hüseyin, mektuplarında sana durumu anlatmıştır. Şimdi acele yazıyorum. Yazıyı postaya yetiştirmek istiyorum ki, bu sayıya girebilsin. Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım. /../ Gözlerinden öperim.'
'Bedrettin Cömert
'Turan Emeksiz sok. 14/3, Gaziosmanpaşa/Ankara'

Değerli İzleyici,

Bir mektup yalın anlamda ne tür bir işlevsellikle yüklüdür, ya da kaç tür işlevsellik yüklenir? Tek işlev yükleneceği gibi dolaylı dolaysız birkaç işlev yüklenebilir aynı anda. Birkaç açı ile farklı işlevsellik yüklü üstteki mektup, içten yazılmış; bu kullanılan sözcükler aracılığı ile seziliyor. Seziyorum, bakın şöyle; içtenlik bağlamında sezgi vardır; içtenlik kendisini sezgi ile açar.

İçtenlikli gibi görülebilen sunumlar, kimi yerde yanılsama tuzağı da hazırlar okuyan kişiye ya da okuruna. Bu mektup 1972’de yazılmış!

Yansızlıkla eğiliyoruz mektuba. Bu mektupta yanılsama tuzağı sezdiren sözcük sızıntıları yoktur. ‘Gözlerinden öperim,’ içselliği yazılmıştır.
Bu içsellikle gelen gerçek bir açılım sesidir.

Gören gözden, berrak zihinsel algı sezgisinden sıyrılıp kaçamayan tuzak vardır yazılan her mektupta. Sezgi ögesi, giz, yanılsama tuzağı ve sezgi algısı hepsi vardır. İçsellikle gelen bir ses ya da sızma yöntemiyle gizlenen, saklanan sözcükler vardır mektupta.

Kimi yerlerde sezgi algısı öne çıkar. Yansızlık bağlamında sezgi algısı, sezgici algı diyelim. Buradaki analitik çözümde sözcüklerin doğrudan yalın durumları yetmez.

Sözcüklerin arka arkaya sıralanışı ve tümcelerin veriliş sıralaması önemlidir, dahası doğaçtan gelen dil, sözcük, tümce kurgusu (sentaks) önemlidir. Bir konuyu açıklama sırasında zincirleme ve fakat doğaçtan gelen söz dizini yazan kişiyi eleverir.

Bakın, doğaçtan gelen kurgu, diyorum; ‘samimi’ olmayan bireyde, doğaçtan ya da doğal kurgulu değildir sözcükler. Kurgu sözcüğü ile doğaçtan, bu iki sözcük tersleşiyor ilk bakışta.

Doğal, kendiliğinden sarmal gelen, birbirine sarılarak gelen sözcük sıralanması, diyelim buna. Satırarası okuru, buna; görme pertavsızı, görme büyüteci ile değil, sezgici algı ile bakar.

Bu tür içten yazılmış mektuplar doğaçtan duru ve akışkan sözcükler yüklenir. Mektup yazan kişinin kendisini salıvermesiyle, kendisini baskı altına almamasıyla karşısındaki sezgici algının harekete geçmesi paralel bir koşuya çıkarlar. Sezgici algı, o sırada bir dedektif gibidir. Yazılan her sözcüğe bir 'mim' koyar, geri dönüp bir daha bakar oraya.

Mektup nasıl yazılır, sorusuna yanıt ararken, içimizden gelen ses olsun, yeter derim ben bir yazısal metinci olarak. Kendi sesini sonsuz bir boşlukta eko yaparcasına, ard arda yankılarıyla içte duymak!

En gerçek sahneler böyle sıralarda, böyle içsel anlarda yazılır.

'Kardeşim' sözcüğü ile başlayan ve 'Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım,' tümcesi ile noktalanan mektup, açılış ve kapanış sözcüklerinde gördüğümüz gibi, evet; 'içten gelen bir sesle' yazılmış.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 13 Ocak 2010

8 Ocak 2010 Cuma

Yansıma Dergisi'ne bir mektup; Dördüncü yazı

Bir mektup nasıl yazılır? Neden?
Düşündünüz mü?
Birkaç satır yazıyorsunuz!
İvedi bir haber ya kalkmakta olan bir uçağa ya bir trene yetişmek gibi.. zamana karşı bir yarış var.
O gidecek! Yetişirseniz o tren, o uçak duracak ve siz..

Değerli İzleyici,

Çoğu kez mektup işte böyle bir ruh dünyası içinde yazılır. Fakat yazıldığı sırada, zihinsel akış çok farklı bir yerdedir. Böyle ivecen yazılan bir mektup otuz yıl sonra bir yerden çıkacak.. düşünmez insan.

Çözümlemeler de bu tür mektuplarla yapılır. Bedrettin Cömert'ten birbirini izleyerek gelen üç mektup çözümleme açısından iyi bir örnek.

Bir mektup okuma, mektuptaki sözcükler arasında dolaşma, daha özü bir mektubun açılım denemesi diyelim buna, yazıyı birlikte izliyoruz.

BİR AÇILIM DENEMESİ
"Ankara, 9 Şubat 1972

"Kardeşim Tekin,

"Şimdiye dek tek satırla olsun sana cevap veremediğim için üzgünüm."

Daha önce yayımlanan üç mektubun bireylik odağına, yazan kişinin değilse bile o ilk mektubun arkaplanını yansıtan sözcüklere bakalım.

‘Kardeşim’, diye seçilmiş ilk sözcük. Kendiliğinden bir sözcük.

Burada bir açıklama/açımlama gerekiyor; Ankara, 9 Şubat 1972 tarihi ile Kardeşim Tekin, diye yazılan kişiye, alıcıya bunun iletilen ilk mektup olduğunun bilinmesi gerekir daha ilk başta.

Daha önce bir kez bile yüz yüze gelmeyen, karşılıklı yazışmayan, telefonla bile konuşmayan iki kişi arasındadır bu mektuplar.

İlk MEKTUP 'Kardeşim,' diye başlıyor. Kalkmakta olan uçağa ya trene yetişmek gibi zamana karşı bir yarış, kısa fakat yakın bir ses.

İlk MEKTUP ‘..sana cevap veremediğim..’ seslenişi konuyu açıyor. ‘Şimdiye dek tek satırla olsun sana cevap veremediğim için..’ sözcük dizisi, ‘üzülme’ nedeni için bir açılmadır.

‘Özür dilerim,’ üçüncü sırada ve ‘bana karşı gösterdiğin içten ilgiye teşekkür ederim,’ giriş bölümü ile mektup işlevsellik açısından görevini başlatmıştır. Bu tümcede, alıcının yaklaşımı da açıklanır, şöyle; ‘bana karşı gösterdiğin içten ilgi...’ betimi, Cömert’e yazılan ilk mektubun da işlevsellikle donandığını gösteriyor.

‘..tek satırla olsun cevap verememiş’ olsa bile; Cömert'e, Yansıma'ya katılım önerisi için yazılan mektup işlevsellik açısından yerindedir.

Demek ki, ona, Cömert’e karşı içten ilgi gösterildiği, doğru algı düzleminde Cömert'in zihninde yer etmiş. Tamamlanan bu bölüm içsellikle yüklüdür her iki taraf açısından da ve açılım boyutlanmıştır.

Algı düzleminde yer etmesi için, yeterli içtenlik sunulmuş; bu da anlaşılıyor ve bu tümce ile Ankara, 9 Şubat 1972 tarihinde yazılmış mektup, kendisinden önceki önhazırlık arkaplan ögesini veriyor.

Bu durumu sözcükler, (doğaçtan sıralanma öbekleri olarak, mektubun içine sızma yöntemiyle gizlenen sözcükler) ele veriyor.

İlk MEKTUP; 'Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım,' betimlemesini izliyoruz.

Başımdan geçen dertler, betimlemesiyle birlikte şunu da yazabiliyor. Bununla birlikte; ‘Ben, yapabildiğim kadar, yardımı ve işbirliğini esirgemiyeceğim. Buna güvenebilirsin.’ Şu da var, yanıt vermekte gecikmesine karşın ‘gösterilen ilgiye teşekkür’ ediyor yazan kişi.

Konu ne olursa olsun, mektup bir iletişim aracı olarak, yaptığı işlevle kendisini kanıtlıyor; yazan kişiyi de alıcıyı da gönendiriyor burada.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 8 Ocak 2010